Aile Hukuku

Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Dev­let, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır[1].

Aile kavramı Türk Medeni Kanununda tanımlanmamıştır çünkü kanun koyucu aileyi sosyal bir gerçeklik olarak bulmuş ve onu kabullenmiştir. Günü­müzün toplum düzeninde böylesine önemli yer tutan ailenin muhtevasının ve şümûlünün (içerik ve kapsam) kanun hükümleriyle tanımlanması zaten imkân­sızdır zira ailenin şümûl ve muhtevası zamanın değer hükümlerine göre ve ül­keden ülkeye değişiklik gösterir. Her devrin ve her milletin kendisine has bir aile kavramına sahip olduğu, değişik milletlerin ve devirlerin hukukları ince­lendiğinde kolayca farkedilir[2].

Aile, insanın tabiî olarak içinde yaşama ihtiyacı duyduğu ilk topluluk tü­rüdür. Toplumsal olgu ve müesseselerin her biri gibi aile de zaman içinde deği­şip gelişmiştir. Günümüz ailesi “küçük aile” denilen eşler ile evlenmemiş ço­cuklardan oluşan aile tipidir[3].

Hukuk aileyi her zaman bir birlik, bir topluluk şeklinde tasavvur etmiş değildir. Bir arada yaşasın veya yaşamasın kan bağı ile birbirine bağlı olan kimseler de hukuken aile ferdidirler. Fakat aileye vücut veren ve kan bağından da önce gelen en önemli kaynak evlenmedir. İşte genel olarak, kan bağı veya evlenme ile birbirine bağlı olan fertlerin hepsine birden, hukukî anlamda aile deniyor. Bununla beraber bu tarif tam olmaktan uzaktır ve belki de böyle bir tariften kaçınmak daha yerinde olur. Zira hukuk, aralarında kan bağı veya ev­lenme olmadan bir arada yaşayan kimselerin topluluğunu da bazı şartlar altında aile saymıştır[4]. Bunun gibi evlatlıkla evlat edinen arasındaki münasebet, ev­lenme veya kan bağı ile ilgisi olmadığı halde, bir Aile Hukuku münasebetidir. Diğer yandan vesayet altına alınan kimsenin hukukî durumu ve gerek vasi ge­rekse vesayet daireleriyle olan münasebetleri çok defa sosyolojik anlamdaki “aile”nin dışında kaldığı halde, Aile Hukuku bunlarla da etraflı bir şekilde meşgul olur. Görülüyor ki hukuk düzeni, kendi içinde bir Aile Hukuku alanı ayırırken, belli bir sosyolojik veya biyolojik anlayışa saplanıp kalmaktan çe­kinmiş ve bu alanın sınırlarını daha çok hayat ihtiyaçlarının ve deneylerinin gereklerine göre çizmiştir[5].

Aile, zamanın akışıyla birlikte yapısı ve kapsamı bakımından büyük deği­şimlere uğramış bulunan bir kurumdur. Nitekim Medeni Kanun aile hu­kuku kitabında aileyi birbirinden farklı üç anlamda düzenlemiş bulunmaktadır. Diğer bir deyişle, Medeni Kanunumuza göre aile kavramının üç anlamı vardır; 

a- Dar anlamda aile

Dar anlamda aile, sadece eşlerden oluşan bir aile birliğini ifade eder. Me­deni Kanunumuz ilk önce bu anlamdaki aileyi düzenlemektedir.

 b- Geniş anlamda aile

Geniş anlamda aile, ana, baba ve çocukların oluşturduğu topluluğu ifade eder.

 c- En geniş anlamda aile

En geniş anlamda aile, bir ev başkanının yönetiminde aynı çatı altında aile halinde birlikte yaşayan kimselerden oluşmuş bulunan insan topluluğudur. Me­deni Kanunumuz bu anlamdaki aileyi de düzenlemiştir. Gerçekten yeni Türk Medeni Kanunu, eski Medeni Kanunun “ev reisliği” adını verdiği kuruma Me­deni Kanunumuz 367. maddesinde ev düzeni adıyla yer vermiş ve bu düzene gerek kan ve kayın hısımı sıfatıyla, gerek bir sözleşme ilişkisi dolayısıyla bir arada yaşa­makta olan kişileri tâbi kılmıştır. Böylece en geniş anlamdaki aile kavramı içine, aynı çatı altında bir arada yaşamakta olan hısımlardan başka işçi, çırak, bah­çe­van, şoför, hizmetçi, dadı, bekçi, gibi hısım olmayan kimseler de girmektedir[6].

“Aile hayatı” kavramı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kara­rında da ele alınarak tanımlanmış ve unsurları gösterilmiştir. Buna göre Marckx-Belçika davası kararında (13 Haziran 1979) 8. maddenin[7] uygulan­ması açısından ailenin “meşru” veya “tabii” olmasına bakılarak ayırım yapıl­maması gerektiğine dikkat çekilerek 8. maddenin “meşru” ve “tabii” aile ara­sında bir ayırım yapmadığını, böyle bir ayırımın, Avrupa İnsan Hakları Söz­leşmesi’ndeki hak ve özgürlüklerin kullanılmasında “doğum” bakımından ay­rımcılık yapılmasını yasaklayan 14. maddenin[8] de desteklediği gibi “herkes” kelimesine uygun olmadığını, Elsholz-Almanya davası kararında (13 Temmuz 2000) ise, aile kavramının, evliliğe dayalı ilişkilerle sınırlı olmadığı ve tarafla­rın evlilik olmadan bir arada oturduğu fiili “aile” bağlarını da kapsayabildiğini (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarından Örnekler, Gilles Dutertre, Avrupa Konseyi Yayınları, Eylül 2007, s. 314-315), Johnston İrlanda davası kararında (18 Aralık 1986), çocuklarıyla beraber yaşayan evli olmayan çiftlerin normalde aile hayatı yaşadığını, söz konusu ilişkinin istikrarlı olma özelliğin­den ve diğer yönleriyle evliliğe dayalı bir aileden ayırt edilememesinden dolayı kabul etmiştir [9].



[1] Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Kanun Numarası: 2709, Kabul Tarihi: 18.10.1982, Yayımlandığı R.Gazete: Tarih: 9.11.1982 Üçüncü Bölüm, Sosyal ve Ekonomik Haklar ve Ödevler, I. Ailenin korunması ve çocuk hakları, Madde 41.

[2] ÖZTAN Bilge, Aile Hukuku, 5. Baskı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2004, Sahife 2 vd.

[3] OĞUZMAN Kemal, DURAL Mustafa, Aile Hukuku, Gözden Geçirilmiş İkinci Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998, Sahife 1.

[4] 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu madde 367; Aile hâlinde yaşayan birden çok kimse­nin oluşturduğu topluluğun kanuna, sözleşmeye veya örfe göre belirlenen bir ev baş­kanı varsa, evi yönetme yetkisi ona ait olur. Evi yönetme yetkisi, kan veya ka­yın hısımlığı, işçilik, çıraklık veya benzeri sebeplerle ya da koruma ve gözetme iliş­kisi içinde ev halkı olarak bir arada yaşayanların hepsini kapsar.

[5] TEKİNAY Selahattin Sulhi, Türk Aile Hukuku, 5. Baskı, Beta, İstanbul, 1984, Sahife 2.

[6] AKINTÜRK Turgut, Türk Medeni Hukuku, Yeni Medeni Kanuna Uyarlanmış Aile Hukuku, İkinci Cilt, 9. Baskı, Beta, İstanbul, 2004, Sahife 5 vd.

[7] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 8; Özel ve aile hayatına saygı hakkı, 1. Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sa­hiptir. 2. Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi ancak müdahale­nin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için ge­rekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.

[8] Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 14; Ayrımcılık yasağı; Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, do­ğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetil­meksizin sağlanmalıdır.

[9] Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, AİHS’nin 8. maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz, İnsan Hakları El Kitapları No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15